Cevat Şakir Kabaağaçlı, 17 Nisan 1890’da Girit’te doğdu. Babası, Osmanlı komutanlarından ve tarih yazarlarından Kabaağaçlızade’lerden Mehmet Şakir Paşa, annesi Sare İsmet Hanım’dır. Amcası ve babasının aile çevresi Cevat Şakir’in kişiliğini büyük ölçüde etkilemiştir.
Çoğu dünya çapında ün yapmış sanatçılar bu aileden yetişmiştir. Cevat Şakir’in çocukluğu babasının memuriyeti dolayısıyla beş yaşına kadar Atina Faleron’ da geçti, daha sonra ailece İstanbul Büyükada’ya yerleştiler.
Cevat Şakir Kabaağaçlı Biyografisi
Cevat Şakir, öğrenimine Büyükada Mahalle Mektebi’nde başladı. İngilizcesi ileri olduğu için Robert Koleji’nin hazırlık sınıfını okumadan birinci sınıfa alındı. Robert Kolejini pekiyi derece ile bitiren Cevat öğrenimine devam etmek üzere İngiltere’ye gönderildi. Oxford Üniversitesi Yeni Çağlar Tarihi bölümünde öğrenim gördü.
Cevat Şakir 1918 yılında İstanbul’a dönmüş ve basın mesleğinde çalışmaya başlamıştır. Mehmet Zekeriya Sertel’in Resimli Ay, Resimli Hafta, Sedat Simavi’nin İnci dergilerinde yazılar yazmış, kapak resimleri ve karikatürler çizmiştir.
Cevat Şakir Resimli Hafta Dergisi’nin 13 Nisan 1925 tarihli sayısında yayımlanan “Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler” başlığı ile yazdığı yazıdan dolayı Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından üç yıl kalebentlik cezası alarak Bodrum’a sürgün edilmiştir. Bodrum’a ilk gelişi böyle olur.
Cevat Şakir Bodrum’da yaklaşık 25 yıl kalır. Bodrum’un Karia çağındaki adını kullanarak Halikarnas Balıkçısı takma adıyla yazılar yazmaya başlar. Bodrum’un güzelleşmesi için büyük çabalar harcar.
Yurtdışından getirttiği bitki tohumlarını Bodrum’un dört bir yanına eker. Bodrum’da yaşadığı yıllarda sadece bir yazar değil, aynı zamanda bir bahçıvan, öğretmen ve balıkçıdır. İkinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılı ve zor yılları Cevat Şakir’i Bodrum’dan ayrılmak zorunda bırakmıştır.
Yatağan adlı emektar teknesini, evini satar; ceplerine doldurduğu tohumlarını da Bodrum’un dört bir yanına serptikten sonra İzmir’e yerleşir.
Cevat Şakir, İzmir’e yerleştikten sonra yazarlık ve rehberlik yaparak yaşamını sürdürür. Bu yıllarda da sık sık Bodrum’a gelir, elleriyle diktiği ağaçları ziyaret eder, denizci dostları ile konuşur. İzmir’de Gündüz Hikâyeleri Dergisi, Tan, Cumhuriyet, Demokrat İzmir, Anadolu adlı dergi ve gazetelerde yazılar yazar.
13 Ekim 1973 yılında İzmir’in Hatay semtindeki Merhaba Apartmanı’nda ölür. Vasiyeti üzerine
Bodrum’un Türbe tepesine gömülür. Cevat Şakir Kabaağaçlı, dayısının kızı Hamidiye Hanım ile daha sonra Giritli bir ailenin kızı olan Hatice Hanım ile evlenmiştir.
Hamdiye Hanım’dan olan oğlu Sina Kabaağaçlı 1997 yılında ölmüştür. Hatice Hanım’dan olan üç çocuğundan İsmet Noonan ve Aliye Önce İzmir’de yaşamaktadır. Oğlu Suat Kabaağaçlı ise 2009 yılında ölmüştür.
Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın bir anı eseri ( Mavi Sürgün ), altı romanı (Aganta Burina Burinata, Uluç Reis, Ötelerin Çocuğu, Turgut Reis, Deniz Gurbetçileri, Bulamaç), beş hikaye kitabı (Ege’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek, Gençlik Denizlerinde, Parmak Damgası, Çiçeklerin Düğünü, Dalgıçlar), on bir deneme eseri vardır (Anadolu Efsaneleri, Anadolu Tanrıları, Bodrum, Anadolu’nun Sesi, Asia Minor, Hey Koca Yurt, Merhaba Anadolu, Düşün Yazıları, Altıncı Kıta Akdeniz, Sonsuzluk Sessiz Büyür, Arşipel).
Türk Edebiyat tarihinin büyük öykü, deneme ve roman yazarı Cevat Şakir Kabaağaçlı Bodrum’la özdeşleşmiş bir yaşam ustasıdır.
Mavi Cennete İlk Merhaba
Halikarnas Balıkçısı, Bodrum’ u ilk gördüğü andaki duygularını “Mavi Sürgün” adlı kitabında şöyle aktarıyor:
En nihayet yokuşun tepesine gelmiştik. Yolcular ‘Neredeyse Bodrum görünecek’ dediler. Yüreğim çarpıyor. Kaç aydır buraya gelmeye çalışıyordum yahu1.. Tepedeki bir dönemeci dönünce ‘şırrakguuuur’ diye Arşipel’ in koyu çividisi ölçülmez açıklıklara kadar yayılıverdi. Hani büyük camilerde ya da kiliselerde bir din adamı, bir şey söylerde, cemaat o sözü tekrarlar. Tekrarlanan söz en yakınımızdaki binlerce dudaktan, binlerce insan öteye kadar dalga dalga sıcak bir uğultu halinde enginler. Böyle bir gür’ler de secdeye varılışlarla olur. Yalnız burada üstümüzü kapayan bir kubbe değil, bir derinlik var sonsuz. Akşamın çividisinde koyulaşan koca Arşipel -eski deniz varlığını bana öyle bir heybetle bildirdi. Masmavi bir gürleyişti o. Ben diyeyim yüz bin deniz mili, en berrak bir açıklığa uzuyor. Doğduğum tepeden sonsuzluğu seyrediyormuş gibiyim. Güvercinlik Körfezinde de böyleydi.
Ama orada, ne de olsa karşı kıyı vardı. Burada göz yaylımına hiçbir engel yoktu. Bakış ufukları belirledikçe adalar, sonra kıyıların denize sarılıp sarlaşmış kalabalık burunları ve koyları. Bunların ortasında hilal şeklinde iki liman, ortada kaleyi taşıyan yarımada. Doğrusu ben, kalenin kulelerini daha basık sanıyordum. Bembeyaz yükseliyorlar. Yüreğimdeki kaygı artıyor. Ne de olsa Bodrum adının yüreği sıkan bir karanlığı, bir boşluğu var. Oysa gördüğüm ışık ve berraklık, buğuyu üfüren meltem gibi izbeliği ve loşluğu öylesine sildi ki, hapsedilsem bile, hapishanenin göğü gören bir penceresi, bir kapısı olur diye içim aydınlanıyor.